Logo de Turquie Européenne
Ana sayfa > Revue de presse > Archives 2009 > 03 - Articles de mars 2009 > Ergenekon’un görünen yüzü

Ergenekon’un görünen yüzü

Sanıkların ortak özelliği, Avrupa Birliği’ne karşı olan ulusalcı akımı savunmaları

Salı 31 Mart 2009, yazan Akın Özçer

Ana muhalefet partisi ne yazık ki Ergenekon davasını «Cumhuriyet’le hesaplaşma» olarak nitelendiriyor. AKP’nin yargı yoluyla Cumhuriyet, aydınlanma ve demokrasiye savaş açtığını, hatta «Hitler ve Peron yönetimine giden bir görüntü sergilediğini» öne sürüyor. Bu iddiaları tersten okuduğumuzda Ergenekon sanıkları sanki çağdaş demokratik değerleri savunuyorlarmış gibi inanılmaz bir durum çıkıyor ortaya. Bu son derece vahim sonuçlar doğurabilir. AKP’ye karşı olmak başka bir şey, çağdaş demokrasiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan ve hakkında darbe planladığı iddia edilen bir örgüt hakkındaki davayı bu şekilde değerlendirmek başka şey.

Üçüncü büyük dalga olarak adlandırılan yeni gözaltılar, Ergenekon davasını Türkiye’nin çalkantılı siyaset gündeminde yeniden ilk sıraya koydu. Bunda, bugüne kadar gözaltına alınanların büyük bölümünün devlette önemli görevler üstlenmiş ve toplumda tanınmış isimler olmasının rolü var kuşkusuz. Bu isimlerin Ergenekon iddianamesinde yer alan «Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmak veya fiilen görev yapmasını engellemek amacıyla silahlı terör örgütü kurmak», bu amaçla «hükümete karşı halkı isyana teşvik etmek» gibi ciddi suçlamalarla ilintilendirilmesi kimi çevrelerde tepkiyle karşılandı. Birbiriyle çelişen açıklamalar, sokaktaki adamın kafasını daha da karıştırdı ve ne yazık ki mevcut kutuplaşmayı keskinleştirdi.

Ergenekon davası birçok soru işaretini beraberinde getiriyor. Dışarıdan bakıldığında görülebilen tek şey sanıkların çoğunun çağdaş demokratik değerlerle pek de uyuşmayan otoriter devletçi, «ulusalcı» olarak tanımlanan ortak görüşleri. Aslında «milliyetçi» sözcüğünün karşılığı olan «ulusalcı» kavramı çağdaş değerler açısından bakıldığında «aşırı» sözcüğünü içinde barındırıyor. Avrupa’daki tüm aşırı milliyetçiler gibi Avrupa Birliği’ne (AB) karşı olan bu düşünce akımı, Türkiye’de AB karşıtlığından hareketle, çağdaş demokratik değerlere karşı çıkıyor. AB’ye karşı çıkmak, elbette 1993 tarihli, AB’ye aday ülkelerin katılımdan önce karşılaması gereken Kopenhag Kriterleri’ne de karşı çıkmak ve bu ölçütleri AB’nin Türkiye’yi bölmek için «dayattığı ödünler» olarak takdim etmekle aynı şey değil. Toplumumuzun bir kesimince paylaşılan «nasıl olsa bizi içlerine almazlar, o zaman neden onlara ödün verelim» görüşü, Türkiye’nin saygınlığına ve çıkarlarına uygun değil. Türkiye, AB üyesi olsun olmasın bu değerleri tümüyle benimsemek durumunda. Bu söylediğimin tersine bir devlet politikamız da yok bildiğim kadarıyla.

Bununla birlikte, çağdaş demokratik değerleri AB’ye verilen ödünlere indirgeyen bu görüşe ne yazık ki devlet içinde de rastlanıyor. Hem de uzun zamandan beri. 1999’da Türkiye’nin AB’ye adaylığını açıklayan Helsinki Zirvesi ertesinde yapılan reform çalışmalarında bu görüşün ve argümanlarının dile getirilmediğini söylemek mümkün mü? Kaldı ki Türkiye’nin dış politikadaki öncelikli hedeflerinden biri «AB’ye tam üyelik» olarak belirlenmişken ve ilgili birimlerce bu yönde politikalar üretilirken, üyeliğin objektif koşullarından olan siyasi kriterler konusunda ayak sürünmesi, bu görüşün devlet içinde de bulunduğunun hatta çok da güçlü olduğunun kanıtı değil mi?

Ergenekon ortada yokken, daha doğrusu böyle bir örgütlenme hakkındaki iddialar kamuoyunca bilinmezken, AB’ye üyelik sürecinde yapılması gereken siyasi reform çalışmaları konusunda yukarıda özetlenen temel konuda bir tartışma ve eşgüdümsüzlük vardı. Kimilerince «derin devlet» veya «devlet içinde devlet» denen bu muydu acaba? Bildiğim tek şey, Kopenhag Kriterleri’ne uyum çalışmalarını görevleri gereği yürütenlerin altlarındaki halının başından beri kimilerince çekildiği ve zaman zaman sanki görevlerini değil «işgüzarlık yapıyorlarmış» konumuna düşürüldükleri. Oysa AB’ye üyelik temel hedef olarak alındığında, nelerin yapılıp nelerin yapılmaması gerektiği belli. Eğer bunları frenler, bu yönde bilgi ve emeklerini ortaya koyanları arka plana iterseniz, devletin içinden başlayarak tüm toplumda bir bölünmeye ve kutuplaşmaya yol açarsınız.

Türkiye’de özellikle Helsinki Zirvesi’ni izleyen dönemde yumuşatılmış tabiriyle bu tür «eşgüdümsüzlükler» yaşandı. Bunun adı Ergenekon mudur, yoksa başka bir şey mi, bilmemiz mümkün değil. Ancak bunun bir laik/anti-laik çatışmasının ürünü olmadığı, Cumhuriyet’in laik niteliğinin korunması amacıyla geliştirilmiş bir hareket olmadığı açık. Daha çok otoriter devletçi, aşırı milliyetçi ve kuşku yok ki demokratik olmayan bir yapılanma bu. Nitekim 2007’deki Cumhuriyet mitinglerinde sadece laiklik savunulmamış, her nedense demokratik değerler, AB ve objektif kriterleri aleyhine de sloganlar atılmıştır. Bu mitingleri düzenleyenler arasında bazı Ergenekon sanıklarının bulunması rastlantı olmasa gerek.

Ana muhalefet partisi ne yazık ki Ergenekon davasını «Cumhuriyet’le hesaplaşma» olarak nitelendiriyor. AKP’nin yargı yoluyla Cumhuriyet, aydınlanma ve demokrasiye savaş açtığını, hatta «Hitler ve Peron yönetimine giden bir görüntü sergilediğini» öne sürüyor. Bu iddiaları tersten okuduğumuzda Ergenekon sanıkları sanki çağdaş demokratik değerleri savunuyorlarmış gibi inanılmaz bir durum çıkıyor ortaya. Bu son derece vahim sonuçlar doğurabilir. AKP’ye karşı olmak başka bir şey, çağdaş demokrasiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan ve hakkında darbe planladığı iddia edilen bir örgüt hakkındaki davayı bu şekilde değerlendirmek başka şey. Sosyal demokrat olduğunu iddia eden bir parti için AKP ile mücadelenin yolu, elbette daha çok demokrasi talep etmekten geçiyor, haklarında darbe iddiaları bulunanlara bu şekilde kol kanat germekten değil.

Kuşku yok ki Ergenekon’un görülebilen yüzü, eğer yapılacaksa, Hitler benzetmesine çok daha uygun. Bunu ters yüz etmek ana muhalefete ne kazandırır onu bilmek mümkün değil ama Türkiye’ye çok şey kaybettiriyor. İster istemez şu sorular geliyor insanın aklına: AKP’nin alternatifi, haklarında darbe iddiaları bulunan ulusalcı çeteler midir bu ülkede?

Kuşkusuz hukuki sürecin sağlıklı işleyebilmesi, her şeyden önce davanın gidişatını etkileyecek değerlendirmelerden kaçınılmasını ve demokratik hukuk devletinin yasa ve kurallarına tümüyle uyulmasını gerektiriyor. Gözaltına alınan, hatta haklarında dava açılan kişilerin peşinen mahkûm edilmemesi önemli. Aynı şekilde, şu veya bu ismin gözaltına alınmaması gerektiğini ima etmek de yanlış. Ergenekon gibi ciddi suçlamalar içeren bir iddianame bağlamında, sokaktaki adamdan çok devlette önemli görevler üstlenmiş kimselerin sorgulanmasını doğal karşılamak gerek. O bakımdan davadaki gelişmeleri soğukkanlılıkla izlemekte ve siyasi değerlendirmelerden kaçınmakta yarar var.

Orijinal Makale

Télécharger au format PDFTélécharger le texte de l'article au format PDF

Kaynaklar

Özçer, AB Genel Müdürlüğü Siyasi Kriterler eski Daire Başkanı’dır.

SPIP | iskelet | | Site planı | Site yaşamını izle RSS 2.0